SARKİS İMZALI ANONİMLER

ANONİMA İMZA

Nedir anonim? Yunanca onoma (ad) sözcüğünden; adı, kimliği bilinmeyen. Adını, kimliğini saklamış, yapıtının bilinmesini isteyip, onu gerçekleştirenin, kopya edenin, yani kendisinin bilinmesini istememiş, yapıtının ardına gizlenmiş, tümüyle gizlenmiş, yokluğu seçmiş olan. Bir tür "meçhul asker".
Ülkelerin tarihi gibi sanat tarihi de anonim sanatçılarla doludur. 
Özellikle Rönesans öncesinde.
Bugün hayranlıkla baktığımız yüz binlerce yontunun, resmin, mimarî yapının yaratıcılarının adlarını bilmiyoruz. Birçoğuna, sonradan isimler, kimlikler, hattâ yaşam öyküleri yakıştırılmıştır. Örneğin, sanat tarihimizin en büyük soru işaretlerinden biri, Siyah Kalem adı bu tür bir yakıştırmadır. Dolayısıyla, onun resimlerini kesip Saray Albümlerine yapıştıranın "Kârı Üstad Mehmet Siyah Kalem" diye imzaladığı, ama gene de bilinmezliğini, anonimliğini koruyan biri. Siyah Kalem örneğinde olduğu gibi her imzalı resim anonimlikten kurtulmaz. Tıpkı her imzasız sanat yapıtının da anonim olmaması gibi.
Cézanne’ın birçok resmi imzasızdır. Ressam, bu yapıtlarına imza atmak gereğini duymamıştır. Niçin duysun ki, resmin kime ait olduğu, her cm2’sinde yazılıdır.
Buna karşılık, Rembrandt imzası taşıyan birçok resim büyük ustanın fırçasından çıkmamıştır.
Peki, bu Rembrandt imzalı resimler, Rembrandt’a ait değilse, kime aittir?
Hiç kimseye.
Ya da anonima’ya.
Bu garip sözcük bizi, sanat yapıtının özünü, gerçekliğini dile getiren authentique kavramına yönlendirir ister istemez.
Anonim, yalnız imzasız değil, ama üslûbuyla da kime ait olduğu bilinmeyen sanat yapıtıdır çünkü. Böylesi bir sanat yapıtı authentique olabilir mi? Onu katkısız, saf, gerçek bir sanat yapıtı olarak görebilir miyiz?
Bir resimde imzayı aramak; onun ardındaki kişiyi aramaktır, başka bir şey değil. İmza, o yapıtı gerçekleştiren kişinin bir işaretidir, bir im’idir ya da bir onama: 
İş bu resim benim tarafımdan yapılmıştır.

Kişiyi ve içinden çıktığı tarihsel dönemi, toplumsal yapıyı, kültürü yansıtan imza değildir, yapıtın kendisidir. 
Oysa, ilkellerin, hiç de ilkel olmayan sanatlarında, bir imza, bir işaret aramayız. Yok olduğunu bildiğimizden değil, gerekli görmediğimiz için. Onların hem anonim, hem kolektif olduğunu biliriz. 
İmza, hiç kuşkusuz bireysel bir işarettir. Anonim kalmak isteyen, ama bunun olanaksızlığını görüp takma bir adın ardına saklanan yazarlar biliyorum. 
Ve yaptıkları resmi imzalamayan / imzalamak gereği duymayan / imzalamaya cesaret edemeyen / sanatı gözlerinde çok büyültüp kendilerini o yüceltide görmeyen ressamlar da tanıdım. Sarkis’in "imzaladığı" bu resimleri yapanlar bunlardan mıdır? 
Bilmiyoruz. 
Yaptıkları tüm resimleri hiç imzalamamışlar mıdır? 
Bilmiyoruz. 
Peki, herbiri birbirinden farklı, ayrı coğrafyalardan değilse de, ayrı dönemlerden, farklı kültürlerden gelen bu ressamları ortak kılan ne? İtiraf edeyim ki, bu tür soruların yanıtını merak ettirecek resim değil bunlar. Bu "olayda" ilgimi çeken, Sarkis’in, Rafi Portakal’ın "antikacı dükkânında" gördüğü bu anonim resimlere, birer imza düşlemesi. Sarkis, büyük ya da küçük, önemli ya da önemsiz, imzalı ya da imzasız, bilinen bir sanatçıya yakıştırılan ya da yakıştırılmayan her resmin içinde gizli bir imza olduğuna inananlardandır. 
Resmin içindeki bir biçim, bir renk, bir ışık, bir lekede ressamı görebilen bir gözü var Sarkis’in. 
Adını bilmediği, hiçbirimizin bilmediği her yapıtta, anonim sanatçının kişiliğinin, ister istemez yansıdığına inanıyor olmalı. Böylece, bu resimlerin sanatçılarına birer isim uydurmak yerine, onlara birer neon-imza atıyor. Hem kendi imzasını, hem de hangi nedenle olursa olsun atılmamış o saklı imzayı. 
Böylece anonimlik, Sarkis’in yaratıcığıyla, bir isme kavuşmuyor, daha da önemlisi, yeni bir sanat yapıtına dönüşüyor. 
Sina Çölü'nde, bir avuç kumu alıp havaya savurduktan sonra, "Çölü değiştirdim" diyen Borges gibi, en küçük "müdahale"nin, gerçekliği de, yapıtı da değiştirdiğini en iyi bilen çağdaş sanatçılardan biridir Sarkis.

Ferit Edgü