Tuğralı Gümüş Koleksiyonu

M.Ö. 4000 yılından bu yana ilgi gören, canlılığı devam eden bir metal olmuştur.
 Bunun başlıca nedenleri:

Doğada az bulunurluğu, kolay işlenmesini sağlayan yumuşak metal özelliği biçim verme ve bezeme usullerini de zenginleştirmektedir. Dökme, dövme, kabartma (repouss), oyma, çökertme, kazıma v.b.

Eski çağlardan beri bezeme unsuru olarak kullanımının yanı sıra ev araç gereçlerinin yapımında da kullanıldı. Kendine özgü parlak beyaz bir renge sahip gümüş eserler günümüzde de saray, müze ve özel koleksiyonlarda özenle korunmaktadır. 
Altın madenin çok daha pahalı olması, İslam inancının pahalı metalleri kullanmayı günah sayması v.b. nedenlerle Osmanlılar’da gümüş işçiliği altın madenine nazaran daha fazla gelişti, kullanım alanı buldu.

Özellikle saray ve çevresinin isteklerine cevap veren gümüş eşya üretiminde çok yetkin ustalar yetişti.

Geniş bir kullanım alanı ve sanat piyasası oluşturan gümüş eserlerde müşterinin düşük ayar veya sahteleri ile aldatılmasını önlemek için darphanede esere, döneminin padişahının tuğrası basılırdı. Ayrıca çeşni denilen ve eserin yüzeyinden bir çizikle alınan numune yine darphanede kontrol edilir, 900 ayar gümüş ise esere “sah” (sahi) damgası vurulurdu. Osmanlılar 16-17. yüzyıllarda her sanat dalında olduğu gibi madeni eserlerde de daha sade formlar, ölçülü bezemeler uyguladı. 18. yüzyıldan başlayarak giderek güçlenen Batı etkisi, Osmanlı madeni eserlerinde de kendini gösterdi, gümüş sanatı da bunun dışında kalmadı. 
18-19. yüzyıllarda Barok, Rokoko etkilerinin görüldüğü eserlerin bazılarında Osmanlı etkisinde kaldı.

19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren Çin, Hint, Japon, Magrila, Endülüs, Selçuklu, Memluk, ve Osmanlı usluplarını harmanla yaratılan Oryantalizm akımı, Osmanlı gümüş eserlerine de yansıdı. Bu akım mimariden küçük el sanatlarına kadar her alanda uygulama alanı buldu.

19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl ilk çeyreğine kadar devam eden Art Nouveau stili de aynı şekilde etkili oldu. Bu son iki üslup Doğu kaynaklı fakat Batı’nın yarattığı beğenilerdi.

Osmanlılar’ın günlük yaşamları arasında yer alan ev eşyaları arasında özellikle mutfak ve sofra ile ilgili olanlar, aydınlatma ısınma gereçleri çok özel bir yere sahiptir. “Evani” adı verilen bu tür eşyanın gümüşten yapılmış olanlarının özellikle üst sınıftan gelenlerin çeyizlerinde uzun listeler oluşturmaya başladı.

Tepsiler, tabaklar, sahanlar, leğen–ibrikler, kahve takımları, tatlı takımları, buhurdan-gülabdanlar, karlıklar, şerbet güğümleri, şamdanlar, kandil ve fenerler, iskemleler, aynalar, dikiş ve mücevher kutuları, rahleler…

Abdüllaziz Bey’in “Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri” adlı kitabından ve T.S.M. arşivindeki “Behice Sultan’ın Çeyiz ve Muhallefat Defterleri”nden özetlenerek oluşturuldu. (Behice Sultan, 1848-1876. Sultan Abdülmecid’in üçüncü ikbali Nesrin Hanım’dan olan kızıdır.) Osmanlı’larda mutfak kültürünün ne denli zengin olduğu bilinmektedir. Buna paralel olarak çok çeşitli kullanıma yönelik evanı üretilmiş, yemek-içmek bir ihtiyacı gidermenin ötesinde bir zevke dönüşmüştür.

T.S.M. Arşivinde h.953 (1552) tarihli bir defterde sadece “Kilercibaşı”nın sorumluluğunda bulunan yüzlerce altın gümüş evani kayıtlıdır. 
Kışın toplanıp kuyularda saklanan veya Uludağ’dan getirilip yaz sıcağında meyvelerin üstüne konan ve şerbetleri soğutan karlar, buzlar için “karlık” denilen özel formlarda kaplar yapıldı.

Şerbet güğümleri de yine bu zevkin ürünüdür. Özellikle şerbet, İslam inancında yasak edilmeyen içeceklerden olduğu için her türlü kutlama, mevlid v.b. günlerde bolca tüketilirdi. Gelen misafirlere sunulan ikramlarda önemli bir yer tutardı.

İslamiyet’in getirdiği abdest alma zorunluluğu, diğer yandan gündelik yaşamın her anında hijyen sağlamak için leğen–ibrik takımları üretildi. Bu takımların en önemli özelliklerinden birisi etrafına suyun sıçramasını ve kirli suyun görünmemesini sağlayan ortasına yerşleştirdikleri “Leğen Süzgeç”leridir.

Aydınlanma ihtiyacı için yapılan şamdan, kandil, fener gibi eşyaların en güzellerini seçmek de bir statü göstergesiydi. Ayrıca ‘ışık’ pek çok dinde olduğu gibi İslam İnancında da kutsaldı.

İnançlarla ilgili olarak gelişmiş bir gelenek de “aşure”pişirip dağıtmaktı. Hz.Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit olmasının anısına Muharrem ayı’nın 10.gününde aşure yapılırdı. Aşure genellikle kapaklı özel sürahilerde servis edilirdi. Porselenden yapılmış Avrupa ve Osmanlı işi.

Emine Bilirgen
Topkapı Sarayı Müzesi 
Hazine Bölümü Uzmanı

RAFFİ PORTAKAL

Nişantaşı 5 Şubat 2010