OSMAN HAMDİ BEY - NAİLE HANIM PORTRESİ
OSMAN HAMDİ BEY - NAİLE HANIM PORTRESİ
OSMAN HAMDİ BEY 1842-1910
NAİLE HANIM PORTRESİ (Osman Hamdi Beyin Eşi)
Tuval üzerine yağlıboya
98 x 68 cm
Provenans:
Özel Koleksiyon, İstanbul, 1990’ların başından günümüze.
Eski Cenan Sarç Koleksiyonu (Osman Hamdi Bey’in torunu)
Literatür:
Mustafa Cezar “Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi” istanbul 1971 s.293
Mustafa Cezar “Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi” istanbul 1995 s.711
Naile Hanım’ın (1862?-1943) muhtemelen 1880’lerde yapılmış olan bu portresi, Mustafa Cezar’ın Osman Hamdi Bey (1842-1910) hakkındaki meşhur çalışması sayesinde tanınıyorsa da[1] ressamın en ünlü tuvallerine nispetle çok daha az bilinmektedir. (Resim 1) Bunun başlıca nedeni, söz konusu tablonun uzun süre aile içinde kalmış olması, ardından da bir müzayede sonucunda bir özel koleksiyona girmiş olmasıdır. Gerçekten de bu eser satışa çıktığı 1995 yılına kadar Osman Hamdi Bey ile Naile Hanım’ın torunu Cenan Sarç’ın (1913-2012) evinde baş köşede asılı durmaktaydı. Bu aile yadigârının ise Cenan Hanım’a annesi ve Hamdi Bey’in kızı Nazlı Paker-d’Halloy’dan (1893-1958) intikal ettiğine şüphe yoktur.
Marie Palyart olarak Fransa’da doğan Naile Hanım, Osman Hamdi Bey’in ikinci karısıdır. İlk karısı Agarite Gay (1836?-?) ile Paris’te tanıştığını, ondan aynı şehirde Fatma (1866-1937) ve Melek (1867-1882?) adında iki kızı olduğunu çok yeni öğrenmiş bulunuyoruz.[2] Hamdi’nin 1868’de yurda döndüğünde eşi ve iki çocuğunu getirdiğini, 1873 Dünya Sergisi için Viyana’ya gittiğinde Agarite’in de yanında olduğunu biliyoruz. Fakat 1875 civarında çiftin arasının bozulduğu, Agarite’in o tarihlerde İstanbul’dan ayrılıp Fransa’ya döndüğü anlaşılıyorsa da bunun ayrıntıları bilinmemektedir.[3] Bu ayrılığı özellikle trajik yapan, çiftin yollarını ayırırken Fatma ile Melek’i aralarında paylaşmış olmalarıdır. Fatma İstanbul’da babasıyla kalmış, Melek ise annesiyle Fransa’ya gitmiş ve 1882 civarında henüz 15 yaşlarındayken hayatını kaybetmiştir.[4]
Marie’nin Osman Hamdi’nin hayatına bu ayrılıktan sonra girdiğini tahmin etmenin ötesinde bir bilgiye sahip değiliz. Çiftin ilk çocuğu olan Leyla’nın (1878-1956) doğum tarihine bakılırsa beraberliklerinin 1877 civarında, yani Agarite’in ayrılmasından kısa bir süre sonra başlamış olması gerekir. Aile içindeki bazı rivayetlere göre iki kadının İstanbul’daki mevcudiyetinin örtüşmüş olduğu, Marie’nin belki çocuklara mürebbiye olarak gelmiş olup Hamdi’yle bir yakınlık doğmuş olabileceği söylenmekteyse de bunların hiçbir sağlam dayanağı yoktur. Fakat Marie Palyart’ın 1862 olarak geçen doğum yılı eğer doğruysa, çok genç yaşta – yaklaşık 15 yaşında – Osman Hamdi’yle beraber olduğu, 16 yaşında da ilk çocuğunu doğurduğu anlaşılmaktadır. Kesin bildiğimiz bir şey varsa o da genç Marie’nin bu beraberlik boyunca Türkçe Naile adını da kullandığıdır. Bunu din değiştirerek Müslüman olduğunun bir işareti olarak almamak gerekir. Vefatına kadar Hıristiyan kalmış ve Feriköy Latin mezarlığına defnedilmiş olan Marie, Naile adını nadiren ve daha çok resmi durumlarda, Marie’yi ise başta aile içinde olmak üzere özel hayatında kullanmaya devam etmiştir.
Beraber oldukları andan itibaren Marie, Osman Hamdi Bey’in hayatının olduğu kadar sanatının da merkezinde yer almıştır. Gerçekten de genç kadın sadece bir eş ve bir anne olarak değil, tablolarının birçoğunda önemli bir figür olarak da önümüze çıkmaktadır. Bu varlığını esasen ikiye ayırmak doğru olacaktır. İlki, kocasının tablolarında model olarak yer almış olmaıdır. Genç kadının duvara karşı sırtını dönmüş olarak çekilmiş bir resmi bunun somut bir örneğini oluşturmaktadır. (Resim 2) Bu pozun aynen kullanıldığı bir tablo mevcut değilse de, Hamdi’nin Çiçek Yerleştiren Kadın adıyla bilinen 1883 tarihli tuvallerle olan benzerlik ortadadır. Ne var ki şunu da kabul etmek gerekir ki ressamın oryantalist tarzdaki tablolarında kullandığı kadın figürlerinin hatları hiçbir zaman tanınacak derecede belirgin çizilmediğinden, Marie bu tür sahnelerde daha çok bir vücut şekli, bir siluet olarak yer almaktadır.
Bu belirsizlik Hamdi’nin portre çalışmalarında tamamen ortadan kalkmaktadır. Ressamın belki de en ilginç özelliklerinden biri, sergilenme veya satış amaçlı olarak yaptığı tabloların oluşturduğu “kamusal” sanatıyla kendi ve aile fertleri için tasarladığı ve bildiğimiz kadarıyla hiçbir zaman ortaya çıkarmadığı portreler arasındaki önemli farklardır. “Kamusal” diye nitelediğimiz tuvallerinin neredeyse tamamı oryantalist tarzda tasarlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu durumu kısaca tanımlamak gerekirse Hamdi’nin oryantalizmi, esas itibarıyla belirgin bir şekilde Şark “kokan” ve genellikle İslami veya Osmanlı nitelikleri kolayca kavranan eşyanın süslediği bir ortama kıyafet ve görüntüleriyle Şarklı ve/veya Osmanlı oldukları açıkça görülen bir veya daha çok sayıda figürlerin yerleştirilmesinden oluşmaktadır. Haremde efendisine kahve sunan cariyeden bir hücrede kaplumbağalarını seyreden bir dervişe, ya da bir camiin cümle kapısının önündeki kadınlı erkekli kalabalıktan bir cami içinde tanbur ve tef çalan genç kadınlara kadar Şark sahnelerini sergileyen bütün bu tuvaller benzer formüllere dayanarak tasarlanmıştır. Bu yüzdendir ki bu tuvallerde yer alan kişilerin “gerçek” kimlikleri pek önemli değildir; zaten erkek figürlerin birçoğu Hamdi’nin kendisinden başka birisi değildir.[5]
Hamdi’nin “özel” tabloları ise bu tarzın tam aksi ucunda durmaktadır. Genellikle aile fertlerinin veya yakınlarının portrelerinden oluşan bu tuvallerde hiçbir oryantalist unsur bulunmadığı gibi resmini çizdiği kişinin hatlarını ve kişiliğini öne çıkartmak için elinden geldiğince çalıştığı hemen anlaşılmaktadır. Bu portrelerin arka planı son derecede sade hatta sıklıkla tek bir renkten oluşmakta, seyircinin bütün dikkati resmedilen kişinin üzerine çekilmektedir. Osman Hamdi’nin diğer tuvallerinde olduğu gibi aile ve dost portrelerinin tam bir listesini oluşturmak zordur, fakat bunların arasında birkaç kişinin öne çıktığı aşikârdır. Bunların başındaysa karısı Marie ve en genç kızı Nazlı gelmektedir. Burada ele alınan portre bu açıdan çok önemli bir eserdir. Fakat Marie’nin portrelerinin arasında da bu tablonun özel bir yere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyden önce, ressamın Mimozalı Kadın adıyla bilinen ve Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenen büyük tuval ile birlikte bu portre Marie’nin bilinen iki (neredeyse) boy portresinden biridir. Bu bakımdan çoğu portrede eşinin yüzünü veya en fazla büstünü resmetmişken bu tuvalde onu belden aşağısına kadar tasvir etmiş olması dikkat çekicidir.
Buna ilaveten, 1906 tarihli Mimozalı Kadın Marie’yi artık olgun bir döneminde – yaklaşık 45 yaşında – gösterirken bu tablonun gençlik yıllarına ait olduğu aşikârdır. Tuvalde herhangi bir tarih yer almaması kesin bir şey söylememize imkân vermiyorsa da bazı tahminler yürütmek mümkündür. Bunun için Marie/Naile’nin meşhur Abdullah Biraderler fotoğraf stüdyosunda çekilmiş olan iki fotoğrafına başvurabiliriz. (Resim 3 ve 4) Genç kadının görüntüsü, saçı ve kıyafetine olduğu kadar her iki fotoğrafın da aynı şekilde oval bir çerçeveye alınmış olmasına bakılırsa bu iki resmin aynı gün çekilmiş olduğu kesinlik kazanmaktadır. Fakat bizim açımızdan daha da önemli olan, Marie’nin bu fotoğraflardaki hatlarının büyük portredeki görüntüsüne çok benziyor olmasıdır. Bu ipuçlarına bir tane daha ekleyelim: Fotoğrafların birinin arkasında kurşun kalemle “1882 – Edhem” yazısı yer almaktadır. Bu ibareden çıkarılabilecek en bariz mana, çiftin tam da o yıl doğan oğulları Edhem’le (1882-1957) ilgili olabileceğidir. Fakat her türlü yoruma açık olan bu bağlantıyı bir kenara bırakırsak, söz konu fotoğrafların 1882’de çekilmiş olduğu, dolayısıyla da yağlıboya portrenin de o sene olmasa bile çok yakın bir tarihte yapıldığı kuvvetle muhtemeldir.
Tuvalin görüntüsü ve kompozisyonuna gelince, daha önce de belirttiğimiz gibi Osman Hamdi’nin alışılagelmiş oryantalist tablolarının tam aksine hiçbir Şark unsuru içermeyen, baştan aşağı Batılı tarzda yapılmış bir çalışma olduğu göze çarpmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl boyunca Avrupa’nın asil veya zengin çevrelerinde makbul kadın portrelerini hatırlatan bu tuvalde Marie, crinoline ile kabartılmış pastel renkli eteği, sık düğmeli yeleği, boynundaki tülü ve göğsünde toplanmış kumaş gülleri, dirseğe kadar uzayan eldivenleri, arkasında duran kürkü ve hafif dağınık topuzuyla operaya veya bir davete gitmek üzere hazırlanmış genç, güzel ve zarif bir kadın olarak resmedilmiştir. Bu portre, Osman Hamdi Bey’in genç karısına olan sevgi hatta hayranlığına olduğu kadar resim tekniğine olan hakimiyetine ve ailesindeki Avrupai yaşam tarzına tanıklık etmektedir.
[1] Mustafa Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi (İstanbul, 1971), s. 293; (İstanbul, 1995), s. 711.
[2] Edhem Eldem, “Osman Hamdi Bey à Paris. Correspondance et documents (1860-1869)", Turcica, 47 (2016), s. 291-395; A.y., “Osman Hamdi’nin Paris Yıllarıyla İlgili Yeni Bilgiler”, Toplumsal Tarih, 268 (Nisan 2016), s. 50-61.
[3] E. Eldem, Osman Hamdi Bey: İzlenimler, 1869-1885 (Istanbul: Doğan Kitap, 2016), s. 70-71.
[4] E. Eldem “Osman Hamdi’nin Paris Yıllarıyla İlgili Yeni Bilgiler”, s. 58-59.
[5] E. Eldem, “Osman Hamdi Bey ve Oryantalizm”, Dipnot, 2 (Kış-Bahar 2004), s. 39-67; A.y., “Doğulu bir Oryantalist Nasıl Olunur? Osman Hamdi Bey’in (1842-1910) Yaşamı ve Düşünce Yapısı”, Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey (İstanbul: Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, [2019]), s. 10–57.
Share




